1 Ağustos 2012 Çarşamba

Bir başarı(sızlık) öyküsü

Sevgili Günlük

11 Şubat 2003: Bugün de o iri kıyım Necmi'den zor kurtuldum. Her okul çıkışında beni korkutuyor. Çelimsiz buldu ya, bütün okul dururken beni korkutuyor . Ama, çıkış kapısında onu görünce eve doğru öyle bir koşuyorum ki, yakalayamıyor bile. Tıknaz nefes, noolucak.

14 Şubat 2003: Okul çıkışı kapısında attığım hızlı deparlar Beden Eğitimi öğretmenimin dikkatini çekmiş. Bugün Beden Eğitimi dersinde beni 2 defa 100 metre koşturdu. Elinde tuhaf bir alet vardı, çözemedim.

22 Şubat 2003: Öğretmenim beni bir yere götürdü. Ama çok uzaktı. Giderken 3 tane belediye otobüsü değiştirdik. Çok yoruldum. En yakın saha ordaymış. Oraya gelince, beni birkaç kişiye gösterdi, hadi koş bakalım, dedi. Ama yorgunluktan iyi koşamadım. Dönerken de yine 3 otobüs değiştirdik. Pestilim çıktı.

25 Şubat 2003: Öğretmenim gene derste beni tek başıma koşturdu. Elindeki alete bakıp bakıp şaşırdı.

26 Şubat 2003: Öğretmenim babamı okula çağırıp konuştu. Bende "iş var"mış. Ne demek  bu, anlamadım. Başka bir okula gitmem gerekiyormuş. O 3 otobüsle gittiğimiz yere taşınsak iyi olurmuş. Ama ben, okul ve mahalle arkadaşlarımdan uzak kalamam ki. Hem zaten babam benim doktor ya da futbolcu olmamı istiyor.

27 Şubat 2003: Annemle babam biraz tartıştı. Korktum. Annem siprinter diye bir laf söyledi arada. Babam kızdı, siprinter miprinter anlamam ben, benim oğlum okuyacak doktor çıkacak, ya da futbolcu olacak bizi kurtaracak, dedi.

24 Haziran 2006: Oh, nihayet ortaokul bitti de liseye geçebildim. 3 senedir sınavlara gire çıka iyice sınavkolik olmuştum. Nihayet bu dersane ve sınav maratonu bitti. Artık boyum da uzadığı için Necmi bana yaklaşamıyor bile. Haftasonları futbol kurslarına gidiyorum ama futbol öğretmenim sadece iyi koştuğumu öte yandan tekniğimi ilerletmek için daha çok çalışmam gerektiğini söylüyor. Seçmelere giremeyebilirmişim. Bu arada, babam beni bütün tvlerdeki yarışmalara sokmaya kararlı gibi. Kanal kanal geziyoruz. Geçenlerde gittiğimiz Bir Şarkısın Sen'den sona dün de Yeteneksizsiniz Türkiye seçmelerine girdim. Şarkıyı iyi söyleyemedim ama yaptığım esprilerle salondaki herkesi güldürdüm. Dalga mı geçtiler yoksa gerçekten güldüler mi, anlayamadım. Zaten şarkı söylemeyi de sevmiyorum ki.

29 Eylül 2006: Şimdi de başımıza üniversite belası çıktı. Babam beni dersaneye yazdırdı. Yarından başlayarak artık her haftasonu tam gün gidecekmişim. Off çekilir çile değil. Daha kaç sene var yahu üniversiteye.

10 Ekim 2006: Lise çok zormuş. İlk sınavlardan sonra bazı derslerden zayıf alınca babam hemen özel hoca tuttu, haftasonu dersane yetmezmiş gibi şimdi de artık hafta içi 3 akşam özel hocadan ders alıyorum. Şu Kimya ve Biyoloji denen dersleri icat edeni bi bulsam, 100 metre içinde 3 defa yakalar, ağzına avagadro sayısı kadar endoplazmik retikulum hücresi doldururdum.

13 Ekim 2006: Babam pes etti; futbolu bıraktım. Derslerime, sınavlarıma odaklanmam gerekiyormuş. Zaten saatleri dersanenin son dersi ile de çakışıyordu.

12 Aralık 2006: Biyoloji ve Kimyadan ikinci zayıfları da getirince babam çok kızdı. Anlamıyorum işte napiim, hem sevmiyorum da bu dersleri. Hatta nefret ediyorum.

28 Eylül 2009: Bugün okul servisini az kaldı kaçırıyordum. Yetişmek için öyle bir depar atmışım ki, bir ara şöför camına kadar gelip 'Muhittin Abi dur da bineyim' dedim. Adam pencedereden dışarı bakıp beni dibinde görünce şaşırdı, az kalsın kaza yapıyordu.

29 Eylül 2009: Servis minibüsünü koşarak yakalamam okulda olay oldu. Beden hocası olayı duyunca gene gaza geldi galiba. Beni bir kenara çekti. Kısa mesafeleri iyi koşuyormuşum. Kulüplerin seçmelerine katılabilirmişim. Olabilir dedim. Haftasonu için sözleştik.

3 Ekim 2009: Dersaneye gidiyorum diye çıktım. Hocamla buluşup bi kulübün tesislerine gittik. 2 defa 100 metre koştum. Birinde engelli, diğerinde normal. Ordaki hocanın suratını görmeliydin günlük. Derecelerimi görünce çok şaşırdı. Babamı arııcakmış. Eyvah!.. Babam beni dersanede diye biliyor. Annemin telefonunu verdim.

4 Ekim 2009: Annem babamla konuşmuş.  Zira eğitmenin söylediğine göre çok yetenekliymişim. Kendimi heba etmemeliymişim. Babam ikna olmadı yine de .

2 Aralık 2009: Beden hocasının ve annemin ısrarları nihayet meyvesini verdi. Türkiye dereceleri yapabilirmişim. Babam meşhur olabileceğimi duyunca, Türkiye dereceleri yapabilecek kapasitede olduğumu duyunca aylar, hatta aslında yıllar, sonra ikna oldu. Haftaiçi her sabah erkenden kulübün tesislerine gelip eğitmenin eşliğinde antreman yapmam gerekiyor.

10 Ağustos 2010: Üniversite sınav sonuçları açıklandı. Kazanamamışım. Evde matem havası var. Babam suçu hep antremanlarıma atıyor. Bense bıktım bu sınavlardan arkadaş. Artık koşu kulvarlarını bile 1 2 3 4 5 şeklinde değil de A B C D E gibi şıklar halinde görmeye başladım. 

22 Ağustos 2010: Bugün yıldız erkekler 100 metre sprint yarışını kazandım. Hem de Türkiye rekoru kırarak. En yakın rakibime tam 50 salise fark attım günlük. Çok mutluyum çoook :)) Kameralar da vardı. Akşama spor haberlerinde izliicem kendimi. Çok gururluyum.

23 Ağustos 2010: Hayret hiç bir haber bülteninde çıkmadım. Hep futbol haberleri vardı. Belki kasetleri yayına yetiştirememişlerdir diye bugünkü gazetelere de baktım. Ama yok. Hiçbirinde yok. Hatta spor gazetelerinde bile yok. Varsa yoksa Fenerbahçe Beşiktaş Galatasaray futbol takımlarının transfer haberleri. Üstelik de transferden değil, olasılığından bahsediyorlar: 3 aydır peşinde koşturulan futbolcunun bu sefer de eşi ikna edilememişmiş. Eşi İstanbula davet edilmiş. Kalacağı evi gösterilmiş... Sporumuzun  gündemi buymuş demek ki.

1 Eylül 2010: Artık hafta içi haftasonu demeden hem dersaneye gidiyorum hem de Türkçe ve Matematik'ten özel ders alıyorum. Resmen testler arasında yaşıyorum günlük.

17 Ocak 2011: Spor Eğitmenimle konuştuk. Hedefimiz 2012 olimpiyatlarına katılmak. Ama hem dersane hem antremanlar çok zor gidiyor. 

22 Ağustos 2011: Nihayet üniversiteyi kazanabildim. İşletme. Babam her ne kadar çok sevinmiş gibi görünmese de annem çok mutlu oldu. Yıllar sonra, kutlama diyerekten, pasta yiyebildim. Her gün makarna et yumurta ve tuzsuz yemekler yemekten bi tuhaf olmuştum. Midem bayram etti. Kola bile içtim günlük :)

13 Şubat 2012: Hem dersler hem de antremanlar beni çok zorluyor. 2 zayıfım var. Derslere mi ağırlık versem? Babamın dediği gibi, önce okuyup elime mesleğimi alıp sonra yapsam acaba bu işi? Eğitmenim tempomu az buluyor, ama günde 3 saat antreman yapmaktan da canım çıkıyor. Hem kaçırdığım dersler oluyor, ki bazı hocalar yoklamalardan not kırmaya başladılar.

15 Mayıs 2012: Olimpiyat seçmelerini geçtim. Yaşasın :)

8 Temmuz 2012: Okulda finaller açıklanmaya başlandı. 3 dersten çakmışım. Seneye alttan alıcam. Babam kıyameti kopardı. Hep bu antremanlar yüzündenmiş. Zaten doktor da olamamışım. Tam bir hayal kırıklığıymışım. Anneme de kızdı, hepsi onun yüzündenmiş. Bana çok yüz vermiş.

20 TEmmuz 2012: 2012 olimpiyatları için kafile olarak yola çıktık. İlk defa bu kadar çok kamera bana odaklandı. Herkes benden madalya bekliyormuş. Niye anlamadım, oysa eğitmenim daha yeterli olmadığımı, asıl hedefimizin 2016 olması gerektiğini söylemişti. Spor Bakanı olsun, Milli Eğitim Müdürü olsun, Başbakan olsun hepsiyle resim çektirdim. İlk kez gazeteye çıktım. En arka sayfada ve küçük bir resim, ama olsun. O bile güzel.

28 Temmuz 2012: Bir haftayı aşkın burdayız. Antremanlarım hafif tempoda devam ediyor. Bi taraftan da toplamda 4 dersten kaldığımı öğrenmenin moral bozukluğu var. Mezuniyet çok uzak gözüküyor bana. Burada rakiplerim çok zorlu. Çinden bir sprinterle konuştum. Devlet ailesine ev tutmuş, olimpiyat stadına çok yakın bir yerde kalıyormuş. En az 10 yıldır, günde 6 saat antreman yapıyormuş. Hangi saatte ne yiyeceği belliymiş. Oysa ben daha 3 senedir bu işteyim. "Peki okul?" dedim. Okulda burslu okuyormuş. Hem bazı derslerden muafmış, hem de dersleri onun antreman saatlerine göre ayarlanmış.

30 Temmuz 2012: İlk elemeleri geçtim. Hatta kendi en iyi derecemi yaptım. Türkiye rekorunu sadece 5 salise ile kaçırdım. Çeyrek finale kaldım. Çok mutluyum. Gazeteler beni konuşacak.

31 Temmuz 2012: Gazetelerde tek satır haber yok. Halterde ağlayan abla ve abilerimi manşet yapmışlar. Bir de Melo mudur nedir, bir futbolcu varmış, menejerleri transfer için yan çiziyormuş. Yıllık 3 milyon € istiyorlarmış. Ben hayatımda o kadar parayı görmedim günlük.

02 Ağustos 2012: Bugünkü seçmelerde Türkiye Rekoru kırdım. Hem de birinci oldum. Çok mutluyum. Havalara uçtum resmen. Annemi aradım, telefonda ağlaştık. Eğitmenim de çok tebrik etti. Doğru yoldaymışım. Akşam heyecanla haberleri izledim. Tüm futbol klüplerimizden bahsettiler, birbirlerine karşı sürekli yazılı açıklamalar yapmışlar. Birbirleriyle ne alıp veremedikleri varsa. Hatta sonrasında futbol kulüplerinin kamp günlüklerini bile saatlerce konuştular, ama gelgelelim benim Türkiye rekorumdan hiç bahsetmediler.

03 Ağustos 2012: Gazeteleri aradım taradım. Sadece birinde ve o da ilk sayfada değil ama 6ıncı sayfa gördüm kendimi. Küçük bir haber. Resmim bile yok. Elendiğimi yazıyor. Seride birinci geldim ama toplamda son 16ya giremediğim için yarıfinale kalamamışım. Hoop ne diyosunuz oğlum siz. Türkiye rekoru kırdım lan ben. Üstelik daha 20 yaşındayım.

04 Ağustos 2012: Gazeteciler bana tuhaf bakıyor. Sanki rekor kıran birisi değilmişim de sonuncu gelmişim gibi. Bir tanesi bana sokuldu. "Otele Melo gelmiş, gördüğün anda bana bi telefon eder misin?" diye sordu........ Yok arkadaş, ben babamı dinleyip futbolculuğa asılsaydım keşke. Yıllarca, bu kadar futbol çalışsam şimdi benim peşimde koşarlardı. Aslında yaşım da geç sayılmaz. Hem bak Caniggia örneği de var önümde. Adam atletizmle başladı, hiç tanınmazken futbolculuğa geçti ve dünyaca ünlü bir futbolcu oldu. Hem zaten sprinterler Türkiye'de ne kadar kazanıyor ki. Devlet memuru oluyosun sonuçta. Ama bak Meloya milyon yurolar sayacaklarmış. Evet, evet ben en iyisi futbolculuğa soyunayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder